27 Ocak 2013 Pazar

AYDIN'DA SÜRGÜN HOÇVANLILAR

AYDIN'DA SÜRGÜN HOÇVANLILAR
hüsamettin avşar

 


 


''Bu güzel yapılı evler, bu PTT binası, bu yontmataş nahiye müdürlüğü hep Kuke'nin mülkidir... Kuke Dursin... ''

''Onlar buradan sürgün edildiler ve devlet mülklerine el koydu, evleri de sahipsiz kaldı.'' demişti annem.

Gün geldi, Hasköy'ün orta yerine bir konuk geldi... İri yapılı, fötr şapkalı, güleryüzünden öfkesi gizlenemeyen ihtişamlı bir adam.

Annem:'' Aha Kuke bu ! Sürgündekilerin öncüsü işte bu adam...

Hayranlık ve merakla izlemiştim.
Duygulanmıştım.

 
*****Sözüm söz olsun ki bir gün bunları bulacağım.'' diye geçirmiştim aklımdan; çünkü onların akrabam olduklarını ve haksızlığa uğradıklarını öğrenmiştim.

Onların da ( Pîr ê Bad î ) Pîrêbadî aşiretinden olup Cewo dedemin Pısmamları olduklarını öğrenmiştim. Cewo dedem, Kuke'nin dedesinin Panik'te yaşadığı bir hakaret olayı nedeniyle İbrahim amcasıyla gelip Hoçvan'ın bugünkü merkezi olan Hasköy'u kurmuştu.
Ama o dedenin torunları buradan da sürülmüşlerdi.

Gün geldi dileğim oldu. Kuke'yi gördükten Ellibeş yıl sonra Aydın iline gidip akrabalarımı aradım. Heyecanlıydım. Nasıl bir duygusallık yaşanabilirliğini düşlüyordum.

Önce Aydınlı esnafa :'' Bu şehirde tanıdığınız Karslı ya da Ardahanlı esnaf var mı ?'' sorusuyla başladım arayışa... Önüme gelen her ticarethaneye girip aynı soruyu sordum.

Yine aynı soruyu sorup 'hayır' yanıtını aldığım bir ticarethanenin sahibi bir genç, arkamdan seslendi.

'' Kimleri arıyorsun ? Adları ne ?

Aklıma gelen bir isim söyledim:'' Mehmet yılmaz veya çocukları...''



Adam: Ama onlar sürgüne gelenler değil miydi ? Çok oldu geldikleri !'' dediğinde amacıma yakınlaştığımı anladım.

Adam bana oturacak yer gösterip ekledi:'' Mehmet abi öldü, çocuklarıyla görüşmek ister misin ?'' diye sordu.

Heyecanlandım.

Bir yere telefon edildi, ve bana gitmem gereken yer tarif edildi. Hem heyecanlı, hem de sevinçliydim.

Canımdan kanımdan olan ve canlarından topraklarından koparılmışlarla karşılaşmamın an meselesi durumuna gelinmişliğin sevinci...

 

Verilen adrese geldim.Mehmet Yılmaz adını taşıyan bir eczane bir de kuyumcu dükkanı... Önce Eczaneye girip karşımdakine, Mehmet Yılmaz'ın ailesinden birisiyle görüşmek istediğimi söyledim. Adam
soğuk bir karşılayışla , kuyumcuya yöneltti beni. Kuyumcu dükkanına girip aynı isteğimi tekrarladığımda,benimle ilgilenmek zorunda kalan adam:''Mehmet Yılmaz'ın torunu var, çağıralım gelsin mi?'' diye sordu.

Çağırdıkları çocuk yakınlardaymış, hemen geldi.

Çocuğun adı Buğra...

Kendimi tanıttım.
Akrabaları olduğumu ve kendilerini görmek üzere geldiğimi söylemiş olmam pek anlamlı görülmedi.

Eczanede ve de Kuyumcuda çalışan ilgisiz kişileri orada çalışan işçiler olduğunu sanmıştım ya : Onlar da KUKE'nin torunlarıymış. Sonra öğrendim.

Bu ailede geçmişine özlem duyan ''Güngör'' adında biri olduğunu öğrendim. Güngör de Kuşadası'nda yaşıyormuş. Onunla görüşebilmek umuduyla Aydın'dan ayrıldım.

Kuşadası'na döndüğümde Güngör ve kardeşi Ömer'in benim mahallede oturduklarını belirledim. Aradıklarımla yıllardır aynı mahallede yaşıyormuşuz !

Arayıp Güngör'ü buldum, duygularımda pek değişiklik olmadı Düşlediğimle gördüklerim hiç örtüşmedi.

Dedim ya çocuğun adı Buğra....

Birer çay içip ayrıldık.
Bir dahasına çay içer miyiz, bilmiyorum.

Yine de:'' Keşke Kuke yaşasaydı da onunla hasretleşeydim!'' diyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder